Tarafıma gelen aramalarda sigortalıların başına gelen sigorta hatalarını ve yanlışlarını elimden geldiğince anlatayım.

Doğal Afet Sigortaları fonunun 1999 sonrası kurulması ile birlikte biz sigorta acenteleri ve diğer dağıtım kanallarıyla satışına başlanılan ve müşterilerimize anlatmakta kimi zaman güçlükte çektiğimiz DASK sigortası, Kahramanmaraş merkezli depremlerde hayatta kalabilmiş afetzedeler için büyük değer taşımakta. Bölgede DASK sigortalanma oranı yüzde 50 civarı, tamamlayıcı yangın poliçesi sigortalanma oranı ise yüzde 20.

Sigorta şirketleri ve SEDDK gibi kurumlar ilk günden beri hasarların nasıl ödeneceği ile ilgili bilgi veriyorlar. Ancak bölgede artçı olup olmadığı bile açıklanamayan yüksek şiddetli depremlerin devam etmesi, az hasarlı, yıkılmamış yorgun binaların bile yıkılması ile hasar tespitleri tekrar yapılacak hale gelmekte. Ve büyük bir karmaşa yaşanmaktadır.

Sigortalıların endişeleri, DASK teminatlarının kendi arsaları üzerine dahi olsa yeni binalar yapabilecek bedelleri içeriyor olmaması

Tamamlayıcı konut sigortası ve DASK’ın bir arada yapılması gerektiğini bilmeyen tüketicilere konunun çok iyi anlatılmış olması gerekmekteydi. Arsa değerinin farklı, bina ve eşya değerinin farklı olduğunu anlatmak, yaşanan hayal kırıklıklarını bir nebze bertaraf edebilirdi. Depremden sonra bölgedeki hasarlarda bazı sigorta şirketleri, muafiyet uygulamalarını kaldırdı. “Diğer şirketler arkalarından geleceklerdir” diye ummak istiyorum.

Yaşanan sorunları birebir ele alıp, örnekler verecek olursak;

1999 Gölcük depreminde 3 ay boyunca enkaz başında cenaze bekleyerek geçiren ve sonrasında sigorta sektörüne girmiş biri olmam sebebiyle depremi yaşayanların ne yaşadıklarını ve depremin bağıra bağıra geldiği bölgede, 1999’un benzeri manzaraların yaşanmasına göz yumanları affedemiyor ve insanların yaşadığı travmayı gönlümde hissedebiliyorum.

Son depremler ise lise eğitimimi babamın görevi nedeniyle İskenderun’da yaptığımdan birçok dostumu ve arkadaşımı aramızdan aldı. Bu arada sigorta acentesi olmamdan kaynaklı çok fazla telefon alıyorum. Ve bölgedeki acente arkadaşlarımla da görüşüyorum.

Tarafıma gelen aramalarda sigortalıların başına gelen sigorta hatalarını ve yanlışlarını elimden geldiğince anlatayım.

Poliçeyi yanlış düzenlemek, eksik ya da aşkın bedel belirtmiş olmak.

DASK poliçelerinde yapıların metrekaresini bilerek eksik bildirmek ya da sigortalı tarafından prim düşük çıksın diye, eksik metrekare bildirilmesine göz yummak.

Kredi sağlayan kurumlar (bankalar) tarafından düzenlenen eksik ve hatalı poliçeler.

Elektrik, su aboneliği ile poliçeye zorunlu kılmak, yenilenmesini engellemekte ve bilinç geliştirmemektedir.

Kasko poliçelerinde kayıp araçlar ve hasar tespitindeki zorluklar.

Eksperlerin bölgede yaşadığı erişememe problemleri.

Köy evlerine DASK yapılamıyor olması.

Kredi ödemelerinde vefat edenlerden hayat sigortasız kredi verilenler olması.

Banka kanalınca kesilen poliçelerde kredi miktarı kadar yapılmış poliçeler.

Saymakla bitmeyecek kadar çok ve büyük sorunlar.

Deprem bölgesinde yaşanan ve insanları direkt ilgilendiren sorunlara gelince…

‘Kayıplar, vefat edenlerin kimlik tespitleri, acil barınma problemi, canları kurtulanların malları yağmalanmasın diye enkazların başından ayrılıp, çadır kentlere gitmek istememeleri, acil çadır ihtiyacı, soğuk, tuvalet ve hijyen problemleri’ sayılabilir.

Devlet tarafından verilen 10 bin liranın taşınmak ya da yeni bir yere yerleşmek için yetersiz olması.

O kadar çok ve gerçek problemler var ki!

Ofisi yıkılan, evi yıkılan, çoluk çocuğu ile sokakta araç içinde yatıp kalkmak zorunda olan bir meslektaşım ya da bir eksper arkadaşım bu şartlarda işlerini nasıl takip edecek?

Değerli arkadaşım ASİAD Başkanı Öznur Şengül’ün yazılı olarak da belirttiği üzere biz acenteler, gerekirse bir havuz oluşturalım. O havuzdan katkı sağlayalım ya da şirketlerle birlikte komisyon gelirlerimizin çok cüzî bir kısmını bir fon oluşturarak 12 ay boyunca arkadaşlarımızla paylaşalım.  Konunun meslektaşlarımızla dayanışmaya büyük katkı sağlayacağı görüşündeyim.

Bu birlikteliğin sağlanması için tüm STK’ların, Resmî kurumlar ve şirketler de ellerini taşın altına koymalı. “Ben yaptım” havasından kurtulup “Biz ne yapabiliriz”e bakmalıyız. Yaptıklarımız süreklilik arz edecek bir hareket olmalıdır.

Yaralarımızı sarmak ve gerçekleşme ihtimali önümüzdeki 7 yılda yüzde 60 olan İstanbul depremine hazırlanmamız gerekiyor.

Milletçe başımız sağ olsun.